17 Haziran 2009 Çarşamba

Saatçilik bitti şiir devam ediyor

Cadde kenarlarına kurulmuş seyyar tablalarda onlarca renk ve modelde saatler... Her biri ayrı güzel gözüküyor. Bazılarının üzerinde ünlü saat markaları nın adları var. Fiyatını soruyorum, 5 liraymış. Niye bu kadar ucuz? `Çin malı bunlar abla` diyor satıcı. Bu saatleri gördükçe garipsiyorum. O dönemi yaşayanlar hatırlar muhakkak, bir zamanlar kol saatine sahip olmak ayrıcalıktı. Yıllarca kullanılan saatler babadan oğla geçerdi. 70`li yıllarda fotoğraf stüdyolarında, aksesuar olarak kullanmak üzere konulan kravatın yanında bir de kol saati dururdu. Askerler, gurbette çalışanlar ailelerine gönderecekleri hatıra fotoğrafını çektirirken bu saati takar, sol elini ya çenesinin altına koyup ya da sol kolunu bir şekilde öne getirerek pozunu saatin görülebileceği şekilde ayarlardı. Buna saat pozu deniyordu. Kurmalı kol saatleri ve köstekli cep saatleri vardı ve o zamanlar saatinizin bozulması büyük bir problemdi. Böyle durumlarda koşarak saat tamircisine gidilir, karşınızda bir zanaatkar olduğunun bilinciyle, saatin problemi anlatılır, tamirinin mümkün olup olmayacağı merakla beklenirdi. Alım gücünün hemen hemen herkes için düşük olduğu 80`li yıllarda, plastik kasalı, dijital kol saatleri çocuklar için karne hediyesi demekti ve bir çocuğun ilk kol saatine sahip olması hayatının unutulmayacak anılarından biriydi. İşte saatin bizim için böyle ulaşılmaz ve önemli olduğu yıllarda, 1949`da saat tamirciliğine başlayıp, tam 58 yılını, dönen küçük çarkların arasında geçirmiş Ömer Usta, yani Ömer Turgut Özbek. Her ne kadar `Saatçilik bitti, şiir devam ediyor` dese de, 78 yaşında hala dükkanını açıp, gelen saatleri tamir ediyor. Ömer Usta`ya işi ne zaman bırakacaksın diye sorunca cevabı `Ancak ölünce` oluyor.


SAAT BOZULUNCA ATILDIĞINI DUYARDIK


Fatih Halıcılar Caddesi`ndeki diğer iş yerlerinin arasına sıkışmış küçük dükkanında buluyoruz Ömer Usta`yı. Yanyana özenle sıraladığı küçük tornavidaları, maşası, merceği duruyor tezgahta. Hemen yan tarafında da kitaplar üst üste. Anlaşılan, iş olmayınca usta çekiyor bir kitap, dalıyor derinlere. `Bize saat tamirciliğini anlatır mısın?` diye soruyoruz. Başlıyor anlatmaya. `Saat tamirciliği diye bir meslek kalmadı ki. Eskiden `Avrupa`da saat tamirciliği yokmuş. Yüksek saatler dışında tamir etmezlermiş saati. Yenisini alırlarmış.` derlerdi, duyardık ama inanmazdık. Bize tuhaf gelirdi. Meğer doğruymuş. Bizde de öyle oldu şimdi.` diyor.


58 YILDIR SAAT TAMİR EDİYOR


Saatçiliğe başlaması amcasının oğlu sayesinde olmuş. 1931 yılında Kayseri`nin Bünyan kazasında doğmuş Ömer Usta. İlkokuldan sonra ilçelerinde ne ortaokul ne de lise olmayınca okula devam edememiş. Amcasının oğlu, `Gel sana da öğreteyim mesleği` deyince, annesi izin verip kendi de hevesli olunca başlamış mesleği öğrenmeye. Bir yıl orada çalışmış. Sonra dışarı açılma isteğiyle ver elini İstanbul demiş. Sene 1950. Beşiktaş`ta bir Rum saatçinin yanına girmiş. Mesleğin inceliklerini orada öğrenmeye devam etmiş. Askerlikten sonra Mersin`de bir dükkan açmış, 7 yıl orada çalışmış. Ama sonunda yine dönüp dolaşıp İstanbul`a gelmiş.


ESKİDEN SAAT TAMİR EDİLİRDİ


O dönemlerde kurmalı saatler varmış. Saat tamirciliği de saygı gören bir meslekmiş. `İlk başlarda saatler o kadar bol olmasa da, geçimimizi sağlıyorduk. Sonra İsviçre`den çok saat çıkmaya başladı. Saatler bollaştı. İşlerimiz çok iyiydi. Yetişemiyorduk tamirlere` diyor Ömer Usta. Dükkanındaki kalabalık ise sadece müşteri kalabalığı değilmiş. O zamanlar Fevzi Paşa Caddesi üzerindeki dükkanına şairler, yazarlar sık sık gelir, çaylar içilir, sohbetler edilirmiş. Usta şiire meraklı olunca sohbetler de uzadıkça uzamış. Önceden beri şiire meraklı olan ustaya ölçüleri öğretmişler. Böylece Ömer Usta o dönemlerde başlamış hece ölçüsüyle aşk şiirleri yazmaya.


ESKİ SAATLER 50 YIL DAYANIRDI


Daha sonra elektronik saatler çıkmış, yani pilli olanlar. O güne kadar kurmalı saatleri tamir etmiş olan usta kendi kendine pilli saatlerin tamirini de öğrenmiş. `İlk ustam amcaoğluydu, pilli saatlerde ustam kendimim` diyor. Bana kalırsa az bir zaman değil ama Usta şimdiki saatlerin en fazla 15 yıl dayandığından şikayet ediyor. `Bugünkü saatler dayanıklı saatler değiller. Eski saatleri 50 yıl, 60 yıl çalışıyordu. Adam saatini 50 yıl kullanırdı. Düşer camı kırılır, cam taktırır, bozulur tamir ettirir yine kullanırdı. Şimdiki saatler çok dayansa 15 yıl.`


BEN DE PİLLİ SAAT KULLANIYORUM


Elektronik saatler çıktıktan sonra kurmalı saatlere ilgi olmadığını söylüyor Ömer Usta. Saatlerin bollaşması da pilli saatlerin çıkmasıyla olmuş. Saat firmaları da duruma ayak uydurmak zorunda kalmış. Pek çoğu pilli saatler yapmaya başlamış. Kurmalı saatlerin az miktarda yapıldığından, pilli satlerin modelinin ve albenisinin çok olduğu için tercih edildiğinden bahsediyor. `Caddeler sokaklar saat dolu. Model model, renk renk. Ama 1 hafta mı çalışır, 15 gün mü, 3 ay mı bilmem. Ömürsüz.Tamiri de yok bunların. Çin malı. At, yenisini al.` Bu kadar propagandadan sonra Ustanın saatinin elbette kurmalı olduğunu düşünüp soruyorum. `Pilli` dedikten sonra, kendini savunurcasına anlatmaya başlıyor. `Bu saatler çok rahat. Yıllarca çalışsa dakika şaşmıyor. Önceki saatler ne kadar iyi marka olursa olsun, yılda mutlaka bir iki dakika bir sapması olurdu. Bunların ayarı mutlak ayar.` diyor.


JAPONYA NERDEN ÇIKTI?


Saat piyasasının İsviçre olduğunu anlatan Usta Japonların sonradan ortaya çıktığını sanki kızarak anlatıyor. Osmanlı zamanında sarayda saat ustalarının olduğunu ve Fransa daha saatin ne olduğunu bilmezken, saat yapıldığını söylüyor. Peki ya şimdi? Şimdi bir kaç duvar saati üreten firma dışında bütün saatler yurt dışından, hatta parçaları bile yurt dışından geliyormuş. En iyi saat markası hangisi diye soruyorum. 3 isim veriyor: `Zenith, Logine, Omega`


ŞİİR DE SAAT DE İNCE İŞ


Peki son durum ne diye soruyorum. `Pil takıyoruz, cam takıyoruz. Sanat değil yani. Tamir gelmiyor. Bakıyorum, kapananların yerine saatçi de açılmıyor. Adada saat çilik okulu da var ama pek rağbet yok.` diye anlatıyor durumu. Oğluna da mesleği öğretmemiş. `Saatçi olsaydı o da benim gibi oturacaktı.` diyor. `Meslek bitti mi yani?` diye soruyorum. `Saatçilik bitti, şiir devam ediyor.` deyip şiirlerini anlatmaya başlıyor. Şimdi tasavvuf şiiri yazıyor. Bir şiire başladığında en az 150 kıta yazıyor. Şiirlerini İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Eski Türk Edebiyatı Anabilim Dalı Başkanı Prof. Dr. Kemal Yavuz`a okutup takdir edici sözlerle karşılaşınca, daha bir istekle sarılmış şiire. Şiirleri bazı dergi ve gazetelerde yayınlanmış. Meltem TV Bir şiirini klip haline getirip yayınlamış. Şiir Ömer Usta için mesleği gibi bir tutku. `Saatçilik de, şiir de ince iş.` diyor.


Ömer Usta`nın yazdığı, iki tarafı astokrişli şiiri


Muhammed`i ben çok sevdiM


Ulu Rahman özler O`nU


Has dilinde Aziz AllaH


Anlatırdı ashabınA


Muhammed`i andı diliM


Methiyeler yazdı eliM


Edip oldum sevdiğimE


Dönüp hakka ederim hamD

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder