17 Haziran 2009 Çarşamba

Saatçilik bitti şiir devam ediyor

Cadde kenarlarına kurulmuş seyyar tablalarda onlarca renk ve modelde saatler... Her biri ayrı güzel gözüküyor. Bazılarının üzerinde ünlü saat markaları nın adları var. Fiyatını soruyorum, 5 liraymış. Niye bu kadar ucuz? `Çin malı bunlar abla` diyor satıcı. Bu saatleri gördükçe garipsiyorum. O dönemi yaşayanlar hatırlar muhakkak, bir zamanlar kol saatine sahip olmak ayrıcalıktı. Yıllarca kullanılan saatler babadan oğla geçerdi. 70`li yıllarda fotoğraf stüdyolarında, aksesuar olarak kullanmak üzere konulan kravatın yanında bir de kol saati dururdu. Askerler, gurbette çalışanlar ailelerine gönderecekleri hatıra fotoğrafını çektirirken bu saati takar, sol elini ya çenesinin altına koyup ya da sol kolunu bir şekilde öne getirerek pozunu saatin görülebileceği şekilde ayarlardı. Buna saat pozu deniyordu. Kurmalı kol saatleri ve köstekli cep saatleri vardı ve o zamanlar saatinizin bozulması büyük bir problemdi. Böyle durumlarda koşarak saat tamircisine gidilir, karşınızda bir zanaatkar olduğunun bilinciyle, saatin problemi anlatılır, tamirinin mümkün olup olmayacağı merakla beklenirdi. Alım gücünün hemen hemen herkes için düşük olduğu 80`li yıllarda, plastik kasalı, dijital kol saatleri çocuklar için karne hediyesi demekti ve bir çocuğun ilk kol saatine sahip olması hayatının unutulmayacak anılarından biriydi. İşte saatin bizim için böyle ulaşılmaz ve önemli olduğu yıllarda, 1949`da saat tamirciliğine başlayıp, tam 58 yılını, dönen küçük çarkların arasında geçirmiş Ömer Usta, yani Ömer Turgut Özbek. Her ne kadar `Saatçilik bitti, şiir devam ediyor` dese de, 78 yaşında hala dükkanını açıp, gelen saatleri tamir ediyor. Ömer Usta`ya işi ne zaman bırakacaksın diye sorunca cevabı `Ancak ölünce` oluyor.


SAAT BOZULUNCA ATILDIĞINI DUYARDIK


Fatih Halıcılar Caddesi`ndeki diğer iş yerlerinin arasına sıkışmış küçük dükkanında buluyoruz Ömer Usta`yı. Yanyana özenle sıraladığı küçük tornavidaları, maşası, merceği duruyor tezgahta. Hemen yan tarafında da kitaplar üst üste. Anlaşılan, iş olmayınca usta çekiyor bir kitap, dalıyor derinlere. `Bize saat tamirciliğini anlatır mısın?` diye soruyoruz. Başlıyor anlatmaya. `Saat tamirciliği diye bir meslek kalmadı ki. Eskiden `Avrupa`da saat tamirciliği yokmuş. Yüksek saatler dışında tamir etmezlermiş saati. Yenisini alırlarmış.` derlerdi, duyardık ama inanmazdık. Bize tuhaf gelirdi. Meğer doğruymuş. Bizde de öyle oldu şimdi.` diyor.


58 YILDIR SAAT TAMİR EDİYOR


Saatçiliğe başlaması amcasının oğlu sayesinde olmuş. 1931 yılında Kayseri`nin Bünyan kazasında doğmuş Ömer Usta. İlkokuldan sonra ilçelerinde ne ortaokul ne de lise olmayınca okula devam edememiş. Amcasının oğlu, `Gel sana da öğreteyim mesleği` deyince, annesi izin verip kendi de hevesli olunca başlamış mesleği öğrenmeye. Bir yıl orada çalışmış. Sonra dışarı açılma isteğiyle ver elini İstanbul demiş. Sene 1950. Beşiktaş`ta bir Rum saatçinin yanına girmiş. Mesleğin inceliklerini orada öğrenmeye devam etmiş. Askerlikten sonra Mersin`de bir dükkan açmış, 7 yıl orada çalışmış. Ama sonunda yine dönüp dolaşıp İstanbul`a gelmiş.


ESKİDEN SAAT TAMİR EDİLİRDİ


O dönemlerde kurmalı saatler varmış. Saat tamirciliği de saygı gören bir meslekmiş. `İlk başlarda saatler o kadar bol olmasa da, geçimimizi sağlıyorduk. Sonra İsviçre`den çok saat çıkmaya başladı. Saatler bollaştı. İşlerimiz çok iyiydi. Yetişemiyorduk tamirlere` diyor Ömer Usta. Dükkanındaki kalabalık ise sadece müşteri kalabalığı değilmiş. O zamanlar Fevzi Paşa Caddesi üzerindeki dükkanına şairler, yazarlar sık sık gelir, çaylar içilir, sohbetler edilirmiş. Usta şiire meraklı olunca sohbetler de uzadıkça uzamış. Önceden beri şiire meraklı olan ustaya ölçüleri öğretmişler. Böylece Ömer Usta o dönemlerde başlamış hece ölçüsüyle aşk şiirleri yazmaya.


ESKİ SAATLER 50 YIL DAYANIRDI


Daha sonra elektronik saatler çıkmış, yani pilli olanlar. O güne kadar kurmalı saatleri tamir etmiş olan usta kendi kendine pilli saatlerin tamirini de öğrenmiş. `İlk ustam amcaoğluydu, pilli saatlerde ustam kendimim` diyor. Bana kalırsa az bir zaman değil ama Usta şimdiki saatlerin en fazla 15 yıl dayandığından şikayet ediyor. `Bugünkü saatler dayanıklı saatler değiller. Eski saatleri 50 yıl, 60 yıl çalışıyordu. Adam saatini 50 yıl kullanırdı. Düşer camı kırılır, cam taktırır, bozulur tamir ettirir yine kullanırdı. Şimdiki saatler çok dayansa 15 yıl.`


BEN DE PİLLİ SAAT KULLANIYORUM


Elektronik saatler çıktıktan sonra kurmalı saatlere ilgi olmadığını söylüyor Ömer Usta. Saatlerin bollaşması da pilli saatlerin çıkmasıyla olmuş. Saat firmaları da duruma ayak uydurmak zorunda kalmış. Pek çoğu pilli saatler yapmaya başlamış. Kurmalı saatlerin az miktarda yapıldığından, pilli satlerin modelinin ve albenisinin çok olduğu için tercih edildiğinden bahsediyor. `Caddeler sokaklar saat dolu. Model model, renk renk. Ama 1 hafta mı çalışır, 15 gün mü, 3 ay mı bilmem. Ömürsüz.Tamiri de yok bunların. Çin malı. At, yenisini al.` Bu kadar propagandadan sonra Ustanın saatinin elbette kurmalı olduğunu düşünüp soruyorum. `Pilli` dedikten sonra, kendini savunurcasına anlatmaya başlıyor. `Bu saatler çok rahat. Yıllarca çalışsa dakika şaşmıyor. Önceki saatler ne kadar iyi marka olursa olsun, yılda mutlaka bir iki dakika bir sapması olurdu. Bunların ayarı mutlak ayar.` diyor.


JAPONYA NERDEN ÇIKTI?


Saat piyasasının İsviçre olduğunu anlatan Usta Japonların sonradan ortaya çıktığını sanki kızarak anlatıyor. Osmanlı zamanında sarayda saat ustalarının olduğunu ve Fransa daha saatin ne olduğunu bilmezken, saat yapıldığını söylüyor. Peki ya şimdi? Şimdi bir kaç duvar saati üreten firma dışında bütün saatler yurt dışından, hatta parçaları bile yurt dışından geliyormuş. En iyi saat markası hangisi diye soruyorum. 3 isim veriyor: `Zenith, Logine, Omega`


ŞİİR DE SAAT DE İNCE İŞ


Peki son durum ne diye soruyorum. `Pil takıyoruz, cam takıyoruz. Sanat değil yani. Tamir gelmiyor. Bakıyorum, kapananların yerine saatçi de açılmıyor. Adada saat çilik okulu da var ama pek rağbet yok.` diye anlatıyor durumu. Oğluna da mesleği öğretmemiş. `Saatçi olsaydı o da benim gibi oturacaktı.` diyor. `Meslek bitti mi yani?` diye soruyorum. `Saatçilik bitti, şiir devam ediyor.` deyip şiirlerini anlatmaya başlıyor. Şimdi tasavvuf şiiri yazıyor. Bir şiire başladığında en az 150 kıta yazıyor. Şiirlerini İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Eski Türk Edebiyatı Anabilim Dalı Başkanı Prof. Dr. Kemal Yavuz`a okutup takdir edici sözlerle karşılaşınca, daha bir istekle sarılmış şiire. Şiirleri bazı dergi ve gazetelerde yayınlanmış. Meltem TV Bir şiirini klip haline getirip yayınlamış. Şiir Ömer Usta için mesleği gibi bir tutku. `Saatçilik de, şiir de ince iş.` diyor.


Ömer Usta`nın yazdığı, iki tarafı astokrişli şiiri


Muhammed`i ben çok sevdiM


Ulu Rahman özler O`nU


Has dilinde Aziz AllaH


Anlatırdı ashabınA


Muhammed`i andı diliM


Methiyeler yazdı eliM


Edip oldum sevdiğimE


Dönüp hakka ederim hamD

16 Haziran 2009 Salı

SAATLER ARTIK İLERİ GERİ ALINMAYACAK

Gün ışığından daha fazla istifade etmek amacı ile yapılan yaz saati uygulaması tüm yıla yayılıyor. Tasarrufu artırmayı hedefleyen Enerji Bakanlığı`nın çalışmasına göre gelecek yıldan itibaren saatler artık geri alınmayacak. Dışişleri ise değişikliğe olumsuz görüş bildirdi.


Enerji Bakanlığı her yıl mart ve ekim aylarında saatlerin bir saat ileri ve geri alınma uygulamasına son vermek için bir çalışma başlattı. Çalışmanın Bakanlar Kurulu`nda kabul görmesi halinde önümüzdeki yıldan itibaren yaz saati uygulaması sabit kalacak ve saatler bir daha geri alınmayacak.


Bakanlığın bu şekilde yılda 132 milyon YTL`yi bulan tasarrufu artırmayı hedeflediği belirtiliyor. Ayrıca saat farkı sebebiyle havanın erken karardığı doğu illerinde enerji tüketimini azatılması öngörülüyor. Dışişleri Bakanlığı ise Avrupa ülkeleri ile saat farkı oluşacağı ve ticareti sıkıntıya sokacağı gerekçesi ile olumsuz görüş bildirdi.


Değişikliği destekleyen Prof. Dr. Fehim Üçışık, ileri saatteki çelişkileri şu şekilde ortaya koyuyor: "21 Aralık`ta Trabzon`da güneşin doğuşu saat 06.36, güneşin batışı 16.03. Aynı tarihte doğusundaki Artvin, Iğdır Ağrı ve Erzurum`da hava daha erken kararıyor. Fakat okullar, resmi daireler, bankalar ve işyerlerinde mesaiye ışıklar yakılarak devam ediliyor. Isınma maliyetleri ile enerji tüketimi artıyor." Avrupa`ya uyum gerekçesi de şu örnekle tutarsız bulunuyor: "23 Mayıs`ta Paris`te saat 21.43`te güneş batarken, İstanbul`da güneş 20.40`larda batıyor.


Avrupa`nın sağladığı tasarrufu yine sağlayamıyoruz." Üçışık, "Ekonomiye birkaç Keban Barajı büyüklüğünde katkısı olacak." diyor. Yaz saati uygulamasını ABD, AB`ye üye ülkelerin tamamı, Avustralya ve Rusya kullanıyor. Afrika kıtasının bir bölümü ve Uzakdoğu`daki bazı ülkeler ileri saati uygulamıyor. Çin, Japonya, Güney Amerika`nın büyük bölümü ve Orta Asya`daki birçok ülke ise önce uygulayıp sonra vazgeçti.


Elektrik enerjisini daha verimli kullanmak için başlatılan çalışma çerçevesinde Enerji Bakanlığı ve Tedaş`ın değişik kurum ve bakanlıklardan görüş istediği öğrenildi. Bazı kurumlar, `İleri saat uygulamasının kalıcı hale getirilmesinin herhangi bir sakıncası olmayacağı` yönünde görüş beyan ederken Dışişleri Bakanlığı Avrupa ülkeleri ile saat farkı oluşacağından dolayı olumsuz görüş iletti. Dışişleri, cevabında, sürekli yaz saati ile doğacak saat farkının ticari hayatı da olumsuz etkileyebileceği uyarısında bulundu. AB ülkeleri ileri saati uyguluyor.


Türkiye, yaz saati uygulaması başlangıç ve bitim tarihlerinde Avrupa ülkeleriyle birlikte hareket ediyor. Enerji Bakanlığı ortaya çıkan görüşlere göre son kararını verecek. Yeni uygulamanın, saatlerin ileri-geri alınmasından ötürü uyum sorunu yaşayan vatandaşlar tarafından kabul göreceği tahmin ediliyor. Tedaş, Nisan-Ekim 2007 dönemine ait ileri saat uygulamasıyla 987 milyon kwh tasarruf sağlandığını hesapladı.


Tasarrufun parasal değeri ise 131,4 milyon YTL. Sözkonusu rakam, orta büyüklükteki bir barajın üretimine denk geliyor. Yaz saati uygulamasını ABD, Avrupa Birliği`ne üye ülkelerin tamamı, Avustralya ve Rusya kullanıyor. Arap yarımadası, Afrika kıtasının bir bölümü ve Uzakdoğu`daki bazı ülkeler ileri saati uygulamıyor. Çin, Japonya, Güney Amerika`nın büyük bölümü ve Orta Asya`daki birçok ülke ise önce uygulayıp sonra vazgeçti. Türkiye`de yaz saati uygulamasının başlangıç tarihi 1923`e kadar uzanıyor. İleri saati ilk kez 1923`te uygulayan Türkiye, 1940`a kadar ara verdi. 1940`tan sonraki dönemlerde de kısmen uygulamaya ara vererek devam etti.


En son 1978-1983 tarihleri arasında yaz saati uygulamayıp sabit saat sistemi kullanıldı. Bir ara günlük iki saat olarak uygulanan yaz saatine, 1984`te ilgili kanunda yapılan değişiklikle bir saat sınırı getirildi. 697 sayılı Kanunun 3097 sayılı kanunla değişik 2. maddesinde, "Greenwich`e göre 30. derecede bulunan boylam dairesi bütün Türkiye Cumhuriyeti saatleri için esas alınır. Ayrıca başlangıç ve bitiş tarihleri belirtilmek ve bir saati aşmamak şartıyla yaz saati uygulamaya Bakanlar Kurulu yetkilidir`` hükmü yer alıyor.


AK Parti Antalya Milletvekili Sadık Badak, Enerji Bakanı Hilmi Güler`e gönderdiği mektupta yaz saati uygulamasının kış aylarında da devam etmesini istemişti. Böylece elektrik tasarrufunun devam edeceğine işaret eden Badak, "Üstelik ilkbahar döneminde bir saat daha ileriye alınıp Rusya ile aynı saat diliminin kullanılmasının, ülkemizde her alanda verimliliği artıracağı görülmektedir." dedi. Bakü ve Kazan, Türkiye`den 17 meridyen sonra olduğu halde 2 saat, Moskova`nın, 5 meridyen sonra olduğu halde Türkiye`den 1 saat ileride olduğunu, Berlin ile Paris`in ise 23 ve 30 meridyen önce oldukları halde sadece 1 saat geride gün ışığı kullandığını ifade eden Badak, şöyle devam etti: "Mevcut uygulama, güneş ışığından 1 saat kaybetmemize yol açıyor. Sabahları güneş olduğu halde eşit meridyenlerdeki diğer ülkelere göre Türkiye`de resmi hayat 1 saat geç başlıyor ve akşam 1 saat geç bitiyor. Bu sebeple ülkemizde elektrik tüketimi artıyor. Özellikle büyük şehirlerde çalışanlar karanlıkta yolları dolduruyor, trafik problemleriyle halk beziyor. Çalışanlar, akşamüstü aileleri ile dinlenme zamanı bulamıyor, alışveriş yapamıyor, rahatlayamıyor. Televizyon programları bu akışa uyduğundan ana programlar geç vakit bitiyor, çalışanlar uykularını alamıyor, sabah dinlenmeden işe gidiyorlar. Bu kısır döngü, yorgun, asabi, neşesiz toplum meydana getiriyor.


Güneş kaybı çok büyük iş kaybı oluşturuyor." Badak`a göre, kış döneminde de yaz saati uygulanmaması sebebiyle yılda 750 milyon iş günü kaybı oluşuyor. Günde 1 saatten 20 milyon saat, bir günlük çalışma süresinin 8 saat olduğu hesaplandığında da günde 2.5 milyon iş günü kaybediliyor. Badak, taleplerini şöyle sıraladı: "Yaz saati uygulaması kışın da sürmeli. Resmi dairelerin, fabrikaların, okulların açılma saatleri 30`ar dakika farklı olarak düzenlenebilir. Örneğin, fabrikalar 07.30`da, okullar 08.00, resmi daireler 08.30 da açılabilir.


Böylece resmi daireler 17.30`da kapandığında kışın hava yeni kararmaya başlayacak, yazın hava 21.30`da kararacağından çalışanların 4-5 saat gün ışığında gezme, dinlenme, alış veriş yapma zamanı kalacak. En önemlisi de elektrik tasarrufu yapılacak. Çalışanlar trafik stresine girmeyecek, kazalar azalacak, dinlenmiş toplum kesimleri oluşacak. Gün ışığında çalışmak isteyenler 1 saat daha değer sağlayacaktır." Prof. Dr. Fehim Üçışık da çalışmaya tam destek verdi. "Yürekten desteklenmesi gereken bir çalışma. Bu konu çok mühim. Ekonomiye katkısı çok büyük olacak." ifadelerini kullanan Üçışık`a göre, mevcut uygulamada orta büyüklükteki santral kadar elektrik tasarrufu sağlandığı hesap edildiğinde ileri saatin sürekli hale getirilmesiyle birkaç Keban Barajı büyüklüğünde tasarruf sağlanacak. Mevcut uygulamanın iş gücü kaybına neden olduğuna dikkat çeken Üçışık, "Güneş enerjisinden yeterince faydalanamıyoruz. Fransa yazın Kütahya`dan geçeni, kışın İsviçre yakınlarından geçen enlemi dikkate alıyor. Biz neden kendimize en uygunu kullanmayalım." dedi.


İstanbul`un trafiğini rahatlatacağını ise şöyle örneklendiriyor: "Mesai bitiş saatleri 16.30 yerine 17.30 olacağı için insanlar gündüz evlerine dönmüş olacak." Statlardaki elektrik sarfiyatının da azalacağını dile getiren Üçışık, maçlar yaz aylarında olduğu gibi gün ışığında oynanacağı için tasarruf yapılacağını vurguluyor.

14 Haziran 2009 Pazar

TÜRKLER 2.4 SAAT ÇALIŞIP 1.5 SAAT EĞLENİYOR

AVRUPALILARDAN DAHA ÇOK UYUYUP, DAHA AZ ÇALIŞIYORUZ

-Zaman Kullanım Anketi sonuçlarına göre, seçilen Avrupa ülkeleri ile Türkiye karşılaştırmasında, Türklerin en çok uyuyup, en az çalışan ve eğitim alan millet olduğu belirlendi.

ANKARA(ANKA)-Zaman Kullanım Anketi sonuçlarına göre, seçilen Avrupa ülkeleri ile Türkiye karşılaştırmasında, Türklerin en çok uyuyup, en az çalışan ve eğitim alan millet olduğu belirlendi.


Uykuya; Türkiye`de erkekler 8 saat 27 dakika, kadınlar 8 saat 36 dakika ayırırken; Belçikalı erkekler 8 saat 1 dakika, Belçikalı kadınlar 8 saat 16 dakika, Alman erkekler 8 saat, Alman kadınlar 8 saat 11 dakika harcadı. Fransa`da erkekler 8 saat 24 dakika, kadınlar 8 saat 38 dakika; Macaristan`da erkekler 8 saat 8 dakika, kadınlar 8 saat 18 dakika uyudu. Finlandiya`da erkekler 8 saat 12 dakika, erkekler 8 saat 22 dakikayı uykuda harcarken, İsveç`te erkekler 7 saat 52 dakika, kadınlar 8 saat 8 dakikayı günlük olarak uykuda geçirdi. İngiltere`de erkekler 8 saat 11 dakika, kadınlar 8 saat 25 dakika; Norveç`te erkekler 7 saat 53 dakika, kadınlar 8 saat 7 dakika uyudu.

Çalışma, iş arama ve eğitime Türkiye`de erkekler 4 saat 51 dakika, kadınlar 1 saat 28 dakika harcarken; Belçika`da erkekler 5 saat 3 dakika, kadınlar 3 saat 53 dakika; Almanya`da erkekler 5 saat 5 dakika, kadınlar 3 saat 52 dakika; Fransa`da erkekler 5 saat 44 dakika, kadınlar 4 saat 32 dakika ayırdı. Macaristan`da erkekler 5 saat 25 dakika, kadınlar 4 saat 43 dakika; Finlandiya`da erkekler 5 saat 32 dakika, kadınlar 4 saat 20 dakika, İsveç`te erkekler 5 saat 17 dakika, kadınlar 4 saat 5 dakika; İngiltere`de erkekler 5 saat 42 dakika, kadınlar 4 saat 6 dakika; Norveç`te erkekler 4 saat 56 dakika, kadınlar 3 saat 46 dakikayı çalışma, iş arama ve eğitim için harcadı.

YEMEK VE KİŞİSEL BAKIMDA FRANSA VE TÜRKİYE

Yemek ve kişisel bakım için süre kullanımında ilk sırada Fransa, ikinci sırada Türkiye yar aldı. Fransa`da erkekler 2 saat 58 dakika, kadınlar 2 saat 57 dakika; Türkiye`de erkekler 2 saat 45 dakika, kadınlar 2 saat 38 dakikayı yemek ve kişisel bakıma ayırıyor.

BOŞ ZAMANDA NORVEÇ VE TÜRKİYE

Türkiye boş zaman faaliyetlerinde de başlarda yer alıyor. İlk sırada bulunan Norveç`te erkekler 5 saat 37 dakika, kadınlar 5 saat 22 dakikayı boş zaman faaliyetlerine ayırırken, Türkiye`de erkekler 5 saat 22 dakika, kadınlar 5 saat 7 dakikayı boş zaman faaliyetlerinde kullanıyor.

EV İŞLERİNDE KADIN-ERKEK UÇURUMU EN FAZLA TÜRKİYE`DE

Hanehalkı ve ev bakımı için ayrılan zamana bakıldığında, kadın ile erkek arasında en derin uçurumun Türkiye`de olduğu belirlendi. Seçilen ülkelerin tümünde kadınlar, hanehalkı ve v bakımına erkeklerden fazla zaman ayırdı. Türkiye en eşitsiz, İsveç ise eşitlikçiliğe en yakın ülke oldu. Kadınlarla erkekler arasında hanehalkı ve ev bakımı için ayrılan zamanın kadınlar aleyhine olan farkına bakıldığında; Türkiye`de 4 saat 66 dakika, Fransa`da 2 saat 27 dakika, İngiltere`de 2 saat 14 dakika, Finlandiya`da 2 saat 2 dakika, Almanya`da 1 saat 59 dakika, Macaristan`da 1 saat 45 dakika, Belçika`da 1 saat 37 dakika, Norveç`te 1 saat 14 dakika, İsveç`te 1 saat 9 dakika olduğu belirlendi.(ANKA)

13 Haziran 2009 Cumartesi

SAAT NEDİR?

Bir günlük sürenin yirmi dörtte birine eşit, altmış Dakikalık zaman dilimi, zaman parçası ve Günün hangi anı olduğunu gösteren alete Saat denir.

24 saat esaslı Saatler en az 15. yüzyıldan bu yana kullanıla gelmiştir. Saatlerin zaman göstermek dışında da işlevleri bulunmaktadır. Bir aracı zamana göre ayarlamak bunlardan birisi olarak gösterilebilir. Böyle bir kullanılışın örneği bombalarda ve fırınlarda görülebilir.

İlk çağlarda bir tahtaya dikili üçgen bir tahta formunda karşımıza çıkmış olan Saat, teknolojinin gelişmesi ile biçim değiştirmiş, gelişmiş akrepli, yelkovanlı Mekanik saatlerin yapılmasına imkan vermiştir. Teknolojinin daha da gelişmesi ile Dijital saatlerin üretimi mümkün hale gelmiş, ardından teknolojinin daha da hızlanmasıyla, gelişim hızına paralel olarak analog görünümlü akrepli yelkovanlı dijital saatler dizayn edilmiştir.

Zaman içerisinde farklılaşmalar artmış, artık yelkovan ve akrebi olmayan, modern dizaynlı okuması olabildiğince zor saatler karşımıza çıkmıştır. Bu yönüyle saat, insanlık tarihinin bir aynası gibidir.

Saatin Bulunuşu ve ilk kez kullanılışı
Saat Mekaniği yapımının en temel kuralı, öncelikle zaman kavramının kesin anlaşılması ve dünya üzerindeki ortak bir dilmiş gibi okunabilmesini sağlayacak hesapların yapılmasıdır. Maddenin hayata gelmesini başlatan ve sonlanmasına doğru daima hareket eden zaman, elle tutulamayan, gözle görülebilen matematik ve geometri, trigonometri gibi bilimlerle hesaplamaları yapılabilen bir kavramdır. Zaman içinde zamanı gösterebilecek işaretlere ihtiyaç duyulmuştur.

Güneş ve Ay bu işaretlere iki temel örnek olmuştur. Dünyanın kendi etrafında dönüşü ve Ayın dünya etrafında dönüşü zaman hesabında kolaylık sağlayan temel işaretlerdir. Daha geniş zaman hesabı ise bizim genel evren içerisindeki durumumuzdur ve görecelidir. Dünyanın güneş etrafında ve kendi ekseni etrafında dönüşü dilimlere / meridyenlere ayrılarak metre hesabı ile zaman hesaplamasına aktarılabilmiştir.

İlk bulunan saat güneş saatidir. Mısırlılar tarafından bulunmuştur. Güneş saatinin temel çalışma prensibi bir yüzey üzerine çizilmiş olan saat çizgileri ve bir çubuğun bu saat çizgilerinin üzerinde oluşturduğu gölgesi yardımıyla zamanın belirlenmesidir. Güneş gökküresi üzerinde bir tam devrini 24 Saatte tamamladığı için ( Yer kendi ekseni etrafında 24 saatte döner ), yerel ortalama zamanı ve bazı düzeltmelerle bölge ortalama zamanını bulmak mümkün olabilmektedir.

Saatin Tanımı
Bir Dakikası 60 saniye, tamamı 60 Dakika olan, 24 Saati toplam bir Gün yapan ve bir haftada 168 saat durmadan dönen, zamanı gösteren Alet / takıya “ saat ” denir.

Saat, kimi zaman zamanı gösteren bir motor, kimi zaman şık bir takıdır. 2 Güneş saati, kum saati, kol saati gibi çok çeşitli saatler vardır. Hayatımız zaman dilimlerine göre ayarlanmış olup, bunun için dünya bile dilim dilim edilip meridyenlere bölünmüştür. Bir Gün, her saati 60 Dakikadan ve her Dakikanın 60 saniyesinden oluştuğu 24 Saatten meydana gelir. Her yeni gün gece yarısında 00’da başlar. 24 saatte yani 23.59.59 da biter. Her gün 1 saati 60 dakikadan 1440 dakika ve her dakika 60 saniyeden 86400 saniye eder. Her saniye ise kendi ondalıklarına bölünür. Saniye, Systeme International d’Unites’in bir birimidir. İlk olarak 1 güneş gününün 86400 de biri olarak kabul edilmiştir. Söz konusu tarif, yerkabuğu seviyesi ya da aysberglerin parçalarına göre bazı küçük düzensizliklere yol açması, dünyanın hız seviyesi farkları yaratması nedeniyle sorgulanmıştır. Zaman, modern teknoloji ile atomik bir işlemci gibi ölçülmektedir. Böylece standart metre de yeniden atomik saatin kullanılması tariflenmiş olup 1983 yılından beri, metre havasız bir tüp içerisindeki ışığın kat ettiği mesafe olarak 1/299.792.458 saniyedir. Eşitlenmiş Evren Zamanı (UTC), Uluslararası Atomik Saat (IAT) dünyanın tüm köşelerindeki 150 adet Atomik Saat makinesi tarafından alınan ortalama değer demektir.

Bu saatler yılda 2 saniyeden fazla hata yapmamaktadır. Böyle küçük dalgalanmalı farklar (muhtelif dünya köşelerindeki saatler) pratik bir zaman skalasının takdimi olup, UTC nerede olursa olsun IAT’nin 1 saniyesi UTC’nin 1 saniyesidir. Bu zaman hesabının 30 Haziran ve 31 Aralık’ta 1 saniye eklenerek ya da çıkarılarak Astronomik Saate uydurulması gerekmektedir. UTC, 0 meridyen referans olarak alınmakta (GREENWICH), GMT çok fazla kullanılmamaktadır. Uluslararası anlaşma 1972 yılında İsviçre’de onaylanmıştır.

9 Haziran 2009 Salı

Saatler, Saatçiler ve Saat Meraklıları

Eskiden erkek çocuklar Nacar veya Hislon marka bir kol saatine ancak sünnetlerinde sahip olabilirlerdi. İşportalarda bile yüzlerce çeşidinin bulunduğu dijital saatlere dönüp de bakmayan şimdiki çocuklar, bir kol saatine sahip olmanın o zamanlar ne kadar önemli ve bu küçük âletin ne kadar büyüleyici olduğunu tahmin bile edemezler.

Saat görülebilsin diye sol el çenede verilen pozlar, bugün yüzümüzde alaylı tebessümlere yol açsa da, eskiden bir çeşit statü talebini ifade ederdi.


Saatler, evlerin de en önemli eşyaları arasında yer alırdı. Kim bilir kaç nesil kulakları sadece onların sesleriyle dola dola büyümüştür. Öyle kolayca değiştirilebilen âletler olmadığı için zamanla evin adeta vazgeçilmez fertleri haline gelen saatler, arızalandıklarında ihtimamla yerlerinden indirilip saatçiye götürülürdü.


Nedense hep küçük ve loş mekânlar olarak hatırladığım eski saatçi dükkânları da bir âlemdi; duvarlarında her biri ayrı bir ses çıkaran, bazıları da saat başlarında `gong`ları, `guguk`larıyla o andaki ruh halinize göre, sizi sarakaya alan, korkutan veya neşelendiren boy boy, çeşit çeşit saatler asılı olur, tezgâhta da tamir edilmeleri için bırakılmış, bazen farklı zamanların üstüste bindiği duygusunu uyandıran masa ve kol saatleri dururdu. Elinde minicik âletler ve gözünde saatçilere mahsus tek gözlükle saatlerin çarklardan, millerden, zembereklerden oluşan karmaşık dünyasında yollarını kaybetmeden gezinen saatçi amcalar, bana hep masal kahramanları gibi görünmüştür.


Eski evlerde bitip tükenmek bilmeyen tik-taklarıyla zamanı öğüten ve sessizliği adeta çoğaltıp kesifleştiren saatlerin tahtı, önce gramofon, daha sonra radyo tarafından sarsıldıysa da, imtiyazlı yerini dijital teknoloji tarafından sıradanlaştırılıncaya kadar korudu. Rahatça satın alınabilen, değiştirilebilen, hatta çöpe atılabilen bir nesne haline gelince bütün büyüsünü yitiren saatler ister istemez edebiyattan da kovulmuş görünüyor. Hâlbuki eski yazarların duygu ve düşünce dünyasında saatin yeri, hayatımızdaki yeriyle doğru orantılıydı. Zaman, saat ve saat meraklıları, `zaman` meselesini kendine dert edinmiş bütün yazarların vazgeçemedikleri temalar ve karakterlerdir. Ne demek istediğimi Saatleri Ayarlama Enstitüsü`nü okumuş olanlar daha iyi anlarlar.


Ahmet Hamdi Tanpınar`ın romanlarında saatler, başlı başına bir araştırma konusudur. Abdülhak Şinasi Hisar`da da öyle... Fahim Bey ve Biz`de Fahim Bey`in karısı Saffet Hanım`ın saatlerle kurduğu ilişki, eski iç hayatımızın bir tarafına ışık tutar. Sinirli olduğu günlerde, büyük duvar saatlerinin işlerken çıkardıkları sesleri, hülyalarının tatlı birtakım vaadlerle mırıldanışları gibi değil, beynine vurulan çekiç ve tokmak sesleri gibi duyan hanımefendi, `başka günler ayar edip kurmaya o kadar itina ettiği bütün saatlerini, o sofadaki kuyruklu saati, o duvarda asılı çalar saatleri, o aynanın önündeki münebbihli saati ve hatta çok kere hırkasının üst mendil cebinde duran mineli, kıymetli hususi saatini, güya onlara bir ceza vermek ve onlardan intikam almak ister gibi kurmaz, onları durmuş oldukları meyus bir saniyede bırakırmış.` Açıkçası, `Saffet Hanım`ın neşesinin yerinde olup olmadığı bu kâh sallanarak safalı seslerle işleyen, kâh somurtarak sükûtla duran saatlerden belli olurmuş.`


Saatlerle fazlaca ilgili yazarlardan biri olan Refik Halit Karay`ın da, İstanbul`un Bir Yüzü adlı romanında, Tanpınar`ın Mahur Beste`deki Behçet Bey`i gibi saat meraklısı bir Paşa`sı vardır. Hiç çıkmadığı odasında duvarlar, masalar, sigara sehpaları saatlerle doludur; her biri ayrı bir sesle işleyen bu saatlerden sinirleri uyuşturan garip çıtırtı ve tıkırtılar yayılır; fakat saat başlarında guguklusu, çalgılısı, barometrelisi, çeşmelisi, şimendiferlisi hep birden çalmağa, çınlamağa başlarlar. `Üsküdar`a giderken` türküsünü söyleyen, zeybek havası çalan saatleri bile vardır. Adeta bütün sinirleri alınmış bir adam olan Paşa, başka birini korkuyla yerinden fırlatacak bu gürültüyü duymaz bile.


Refik Halit`in bir kitabına adını veren `Guguklu Saat` denemesi de çok hoştur. Bir kış günü, zengin birinin davetine katılan yazar, sıcacık salondaki duvarda asılı antika guguklu saatin yuvasından ikide bir fırlayıp davetlilerin palavralarıyla `guguk` diye alay eden acayip kuşu anlatır. Sonunda, otuz yıldan beri otuz yaşını bir türlü geçemeyen bir hanım, otuzuna yeni bastığını söyleyince sabrı taşan saatin zembereği boşanır ve yuvasından fırlayan kuş hiç susmadan `guguk`lamaya başlar.


Yazacaklarım henüz bitmedi, fakat yerim doldu! Peki, saatlerden niçin mi söz ettim? Yapı ve Kredi Bankası Vedat Nedim Tör Müzesi`nde açılan `Zamanın Görünen Yüzü: Saatler` adlı muhteşem sergiyi gezerken bunları düşündüğüm için... Türkiye`nin önemli müze ve özel koleksiyonlarındaki eserlerden derlenerek hazırlanan sergide, günü saat dilimlerine ayıran sistemin ve bunu hesaplayan `obje`nin keşfinden 1950`lere kadar geçen tarihî süreç anlatılıyor. Küratörlüğünü Şennur Şentürk`ün yaptığı serginin danışmanlığını ise Dolmabahçe Sarayı saat uzmanı Şule Gürbüz ve saat ustası Recep Gürgen üstlenmiş.

Beşir Ayvazoğlu